KAYNAK – EĞİTİM AJANSI

Eğitimden Yeterince Anlamayan Bakanlar Kendilerince Eğitime Yön Vermişlerdir

Tarihsel Süreçte MEB’in İnsan kaynakları Politikaları İflas Etmiştir

Filozof Aristoteles: “Doğru bilgi doğru eyleme götürür” der. Yani eylemin doğru olması için öncelikle bilginin doğru olması gerekmektedir. Bilginin doğru olması da yine doğru planlarla anlamlı olabilmektedir. Bu da, dünyanın en güzel aşk mektubunu bir zarfa koyup, zarfın üstüne yanlış adresi yazmak gibidir. Mektup ne kadar kaliteli olursa olsun, doğru kişiye gitmesi için mektubun üstündeki adresin de doğru yazılması gerekmektedir. Ve bu mektubu adrese teslim edecek postacıların altına en lüks araçları da verseniz, şehri tanımıyorlarsa, şehrin sokaklarında dönüp dönüp duracaklardır. Bu metaforları, eğitim sistemimiz için kullandım. Son 64 yıllık eğitim tarihimizi yakından okuyup; eğitim tarihimizi felsefi, sosyal ve kültürel temelleri açısından ele aldığınızda, güzel şeyler yapılmak istenmesine rağmen aynı tartışmaların olduğunu, yapılan değişimlerin yapısal değil yüzeysel olduğunu ve MEB’in yerinde saydığını görürsünüz. Yani dünyanın en iyi eğitim hedeflerinin belirlendiği dönemler de olmuş, ama mektubun üzerindeki adres yanlış olduğundan hedeflere ulaşılamamış. Ya da postacı metaforundaki gibi; eğitimciler liyakate ya uygun olmadığından, ya eğitime siyaset müdahale ettiğinden, ya eğitimden yeterince anlamayanlar bakanlar eğitime kendilerince yön vermeye çalıştığından, MEB, eğitimde 64 yıldır yerinde sayıp durmuştur. Burada, eğitim tarihimizde hiç iyi bir şey yapılmamıştırı kastetmiyoruz. (Yazıya soruşturma açacak arkadaşlar bir önceki cümleyi okuyup ona göre açın lütfen.) Şimdi ana paradigmalar halinde bakalım, eğitimde niye hedeflerimize ulaşamamışız?

                       Ülkemiz Aslında Düşünsel Olarak Zengin Bir Eğitim Tarihine Sahiptir

Oysaki bizler, düşünsel yönü zengin bir eğitim tarihine sahibiz. Daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz üzere; eğitim tarihimiz Hun, Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı eğitim sistemleri üzerine kuruludur ve dünya eğitim tarihine damga vurmuş eğitim anlayışlarımız vardır. Tarih içinde Farabi, İbn-i Sina, Balasangunlu Yusuf, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi önemli eğitimcilerimiz vardır. Örneğin bir Amasyalı Hüseyinoğlu Ali, 1450’li yıllarda çağdaş pedagojiye ışık tutacak şekilde tam öğrenme kuramına, öğrencinin tanınması gerektiğine vb. bireysel farklılıklara uygun eğitim yapılmasına dair önemli görüşler öne sürmüştür. Dünyada kaç tane eğitim sistemi Enderunlar gibi üst düzey yönetici yetiştiren kurumlar oluşturabilmiştir? Medreseler, 16. yüzyıla kadar Karahanlılardan Selçuklulara, Osmanlılara, dünya eğitim tarihine damga vurmuştur.

                                        Aklımıza Geleni Eğitim Reformu Sanıp Uyguladık

Bu tarihsel açıklamaların ışığında, özellikle son 64 yıldır, eğitimde niye istediğimiz noktalara ulaşamadığımızın büyük fotoğrafını çekmek gerekmektedir. Öncelikle belirtelim ki; mutlaka iyi niyetle, iyi çalışmalar yapılmak istenmiştir. Ama eğitimimize dair yapılmaya çalışılanların, araştırmaya ve uzmanlığa dayanmadığını görüyoruz. O dönemki muktedirler, akıllarına geleni maalesef eğitim tarihimizin ışığından ve eğitim biliminin verilerinden uzak bir şekilde, eğitim reformu sanıp uygulamışlardır. Oysaki eğitim reformları kalıcı veriye dayalı bir şekilde, bir sistem düşüncesini merkeze alarak ve bir süreci kapsayacak şekilde planlar ortaya konarak yapılmak zorundadır. Ya da başlanan eğitim reformları, aynı hükümet döneminde bile olsa, yeni gelen tarafından sürdürülmemiş, kaldırılıp çöpe atılmıştır.

Gerek MEB Gerekse de Hükümetler Eğitim Felsefesine ve Eğitim Araştırmalarına Gereken Önemi Vermemişlerdir

Her dönem, eğitimin özellikle siyasilerin ağızlarına pelesenk olduğunu görürüz ve herkes eğitim konuşur. Ama özde, gerek MEB gerekse de hükümetler, eğitim felsefesine gereken önemi vermemiştir. Eğitimin felsefi, tarihi, sosyal ve ekonomik yönlerinden yeterince yararlanılmadığı gibi, bu alana ve bu alanla ilgili çalışanlara, genel anlamda eğitim bilimcilere gereken önem verilmemiştir. Milli Eğitim Bakanlığı maalesef günlük eğitim meseleleriyle uğraşmanın ötesine geçememiştir. Bundan dolayı da her yeni gelenler sil baştan yapmışlar ve eski çalışmalar çöpe atıldığından, MEB’de bir türlü istenilen kurumsallaşma yakalanamamıştır.

           Genelde Nitelik Önemli Denmesine Rağmen Niceliksel Artışın Önüne Geçilememiştir

MEB’in son 64 yıldır yaptığı çalışmalarda, nitelik sıklıkla vurgulanmış olsa da genelde niceliksel artışın ötesine geçilememiştir. Örneğin; eğitimin en önemli unsuru olan öğretmenlerle ilgili 1970’li yıllarda, on binlerce kişinin hızlandırılmış ve mektupla öğretmen yetiştirme gibi yollarla atanması, 1996 yılında 50 bin üniversite mezununun sınavsız ilkokul öğretmeni atanması nitelikten uzak uygulamalardır. Öğretmen gibi önemli bir konuda bunlar yapılmışsa, varın diğer konuları siz düşünün. Oysaki eğitim tarihimizde Ahmet Cevdet Efendi’nin ve Satı Bey’in öğretmen niteliğine dair müthiş çalışmaları vardır. Eğitim sistemlerinde öğretmen mutluluğu çok önemlidir. Bu nedenle unutmayalım ki; öğretmen sorununa siyasetten ve günlük kaygılardan uzak yaklaşmak zorundayız. Çünkü en iyi eğitim sistemini ve amaçlarını da ortaya koysak, öğretmenler mutlu ve gerekli nitelikte değilse başarıya ulaşılamaz.  Bu bağlamda, öğretmen sorununa dair vaatler de sloganların ötesine geçememiştir.

                                       Eğitimde, Hak Etmeyenlere Birçok Mevkiler Verildi

MEB’in eğitimde yerinde saymasının bir başka ana nedeni de liyakatin uygulanmamasıdır. Gerek üst düzey eğitim bürokrasisinde gerekse de okul müdür ve müdür yardımcısı, öğretmen alımlarında liyakat yeterince uygulanamamaktadır. Akıl dışı açıklamalarla mülakat yapılması mantığa bürünmüş; müdür, müdür yardımcısı hatta öğretmen alımları bile mülakatla olmuştur. Oysaki mülakat demek, torpil demektir. Tüm bu olumsuzlukları Koçi Bey, 1631 yılındaşöyle ifade etmiştir: “Hak etmeyenlere birçok mevkiler verildi. İyi-kötü belirsiz oldu. Alim ve cahil birbirinden ayrılmaz hale geldi.”

                                        MEB, Eğitim Tarihimize Gereken Önemi Vermemiştir

MEB’in son 64 yılını incelediğimizde, MEB üst yönetiminin ağırlıklı olarak eğitim yönetimini, tarihini, felsefesini, sosyolojisini yani bilimini yeterince bilmeyen yöneticilerden oluştuğunu görürüz. Oysaki bu bilince sahip olmayanlar, uygun eğitim kararları alamazlar ve eğitim politikaları geliştiremezler. Yani MEB’in kısaca eğitim tarihimize gereken önemi vermediğini görürüz. Oysaki eğitim tarihimiz medreselerden Enderunlara, köy enstitülerine müthiş derslerle doludur. Ama önemli olan; eğitimle ilgili kararlar alınırken, eğitimcilerimizin, öğretmenlerimizin eğitim birikimimizden yeterince yararlanıp, gerekli dersleri almaları gerektiğidir.

MEB olarak, tarihsel süreç içerisinde niye yerimizde sayıp durduğumuz sorusunu bir an önce siyasetten ve popülist açıklamalardan uzak bir şeklide yanıtlamak durumundayız. Elbette ki süreç içerisinde iyi niyetle pek çok şey yapılmak istenmiştir. Ama ülke olarak, eğitimde kaybedecek vaktimiz yoktur. Eğitimden yeterince anlamayan bakanların gelip sıfırdan eğitimi öğrenmelerini beklemek ve kendilerince yön vermelerini kabul etmek gibi bir lüksümüz yoktur artık. Biz, düşünsel olarak zengin bir eğitim tarihinden geliyoruz. Daha önceden yaptığımız gibi, aklımıza geleni eğitim reformu sanıp uygulayamayız. Bunu engellemek için eğitim felsefesine ve eğitim araştırmalarına gereken önemi vermek zorundayız. Niteliksel artışı, niceliksel artışın önüne geçirip, önce nitelik diyebilmeliyiz. Bu anlamda eğitimde hak etmeyenlere birçok mevkiler verdiğimiz için tarihsel süreçte MEB’in insan kaynakları politikaları iflas etmiştir. Tüm bunları engellemek ve eğitimde başarıyı yakalamak için eğitim tarihimize gereken önemi verip, MEB olarak 64 yıldır eğitimde tüm iyi niyetli çabalarımıza rağmen niye yerimizde sayıp durduğumuza daha fazla yanıt aramak zorundayız. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

TEILEN