Geçen hafta üzülerek, insanın eğitimsizliğinin geldiği son noktayı, bir kocanın eşine dışkı yedirmesini, bu kişinin eğer hasta değilse, bu caniliği yapmasının nedeninin davranışçı ekolden hareketle, John Locke’n “Tabula Rasa”’sı merkezli açıklamaya çalışmıştık. Daha bu olayın şokunu atlatamamışken insanın şerefli varlıktan kötü bir varlığa dönüşebilmesinin daha da uç noktası olan başka bir olay yaşadık. Suriyeli 9 aylık hamile bir kadın tecavüz edildikten sonra, bebeğiyle beraber iki kişi tarafından öldürülmüştü. Üstelik bu kişi 2009 yılında engelli bir genç kızı kaçırarak cinsel istismarda bulunmaktan hala yargılanıyor ve dava Yargıtay aşamasında. Ülkenin adaleti bu noktada işte. Patlamaya hazır mayın gibi insanlarla, bize ne zaman ne zarar vereceklerini bilmeden bir arada yaşıyoruz. Bu kişi bu davadan ceza alsa idi, bu ikinci olayı gerçekleştiremeyecekti.

İnsan Müthiş Zekasıyla Müthiş İşler Yapmış Olan Varlık

Bu cani ifadesinde daha da tehlikeli bir konudan bahsediyor. Öldürdüğü kadının kocasından intikam almak için bu olayı gerçekleştirmiş. İlkelliğe bakar mısınız? Bir (sözde) insan bir erkekten intikam almak için, hamile bir kadına tecavüz ediyor ve o kadını bebeğiyle beraber öldürebiliyor. Bu olay karşısında insanın kanı donmaz, hayat donar, insanlık donar. Ormanın en tehlikeli hayvanı aslanı bile yakalayıp kafese koyabilecek kadar tehlikeli olabilen insan bakın birbirine karşı neler yapabiliyor. Evet insan… İnsan kendisine sormadan edemiyor, nedir bu insan? Canlıların en şereflisi mi, Nietzsche’nin üst insanı mı, biyokültürel bir varlık olarak insan mı? Nedir ya da ne değildir insan? Ahlaklı bir canlı mı, sınırsız potansiyel sahibi bir varlık mı, topraktan yaratıldığı için su değmeyedursun hemen çamurlaşabilen bir varlık mı, tüm dinlerin nefsini terbiye etmeye çalıştığı bir canlı mı, Platon’un iki ayaklı tüysüz yaratığı mı, Mark Twain’in utanan-çekinen-sıkılan insanı mı? Evet; insanla ilgili pek çok tanımlama ve bu konu üzerine uzun uzun felsefe yapılabilir. Kabul edelim ki insan müthiş zekasıyla sürekli doğaya; yani çevresine üstünlük kurmaya çalışmış, müthiş medeniyetler oluşturmuş bir varlıktır.

İnsan Zekâsı Eğitimle Terbiye Edilmelidir

Sorun da tam da burada. Müthiş zekasıyla en güzel şeyleri ortaya çıkaran insanın zekâsı eğitimle terbiye edilip güzel bir ethik verilmediği zaman “id”iyle hareket eden, canavarlaşan, değer yargıları olmayan bir “CANAVAR-HAYVAN-İNSAN” ortaya çıkıyor. Bir insan bilimi olan antropolojini, sosyolojinin ve psikolojinin ötesinde, eğitim kurumudur insana bir ethik anlayışı kazandıracak ve insanın zekasını iyiye, güzele, doğruya yönlendirecek olan. Ne de olsa eğitim sistemlerinin tek ereği akademik başarıyı arttırmak değildir.

Bizim İşimiz Bir Kibrit Çakmak; Dünyayı Yakmak İçin Değil; Dünyayı Işıtacak Meşaleyi Tutuşturmak İçin

Sahi bize ne oldu? İnsanı yaşat ki devlet yaşasın noktasından nasıl buralara geldik. Sezai Karakoç’un “bizim işimiz bir kibrit çakmak; dünyayı yakmak için değil; dünyayı ışıtacak meşaleyi tutuşturmak için” dediği bir kültür, insan yakma ve tecavüz etme noktasına gelmemelidir. Cemil Meriç hayvan insan-dramatik insan- ideal insan tanımı yapar. Bu caniler hayvan bile olamazlar. Hayvanlar bile bu kadar canileşemez, hayvanlaşamaz. Bu olay bize bir kez daha gösterdi ki insanı yaşat ki devlet yaşasın kültüründen gelmemize rağmen yeterince insanlık ve değerler eğitimi veremiyoruz. İnsanlarımızı yeterince sevgiyle yoğuramıyoruz. Nitekim insan eğitildiği kadar insan olur, incelir ve nitelikli bir hale gelir.

70 Kiloluk Et ve Kemik Yığını, Eğitimle İnsan Olur

Eğitim sistemimiz karar verecek insanın ne olduğuna ve nasıl olması gerektiğine. İnsan dediğin nedir ki uçsuz bucaksız evrende gökyüzüne savrulmuş küçücük bir yağmur taneciği, milyonlarca kum taneciğinden sadece bir tanesi… Evet insan… Cemil Meriç’in dediği gibi “Ne garip bir oyuncak şu insan. Yürür, konuşur ve acı çeker.”, 70 kiloluk bir et ve kemik yığını. Ya da Sadi Şirazi’nin dediği gibi; “yek katre-i hunest ve hezar endişe.” Yani bir damla kan ve sayısız endişeden müteşekkil insan…

TEILEN