KAYNAK – EĞİTİM AJANSI

Sizleri Kıvılcım Olarak Gönderiyoruz Alev Olarak Döneceksiniz

MEB Süreci İyi Yönetmiş Bu Bursiyerleri Yurtdışına Gitmeden Önce Her Anlamda Bilinçlendirmiştir

Başbakan Binali Yıldırım MEB Şura Salonu’nda 2017 YLSY Bursiyerleri Yurt Dışı Eğitime Hazırlık ve Uyum Programı töreninde burslu öğrencilere konuştu. Yurtdışına burslu giden öğrencilere seslenen Başbakan Binali Yıldırım, Sadi Irmak’ın bir anısını anlattı. Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim için yurtdışına gönderdiği gençler için söylediği sözlerini hatırlatan Binali Yıldırım, o tarihi olayı şöyle anlattı: 

“Türkiye’nin en sıkıntılı zamanında dahi yurt dışına öğrenci gönderme aksamadı. Memleketimizin eğitim ihtiyaçları bile tam anlamıyla karşılanmadığı durumda dahi, bu kapı hep açık tutuldu ve yurt dışına eğitim için kardeşlerimiz gönderildi. Hepinizin saygı duyduğu isimler yetişti. Yurt dışında eğitim alarak Türkiye’ye dönen bir çok değerli isim Türkiye’nin tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Mesela, büyük düşünce adamı Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek, Felsefeci Cemil Sena, Siyaset Bilimci Ahmet Taner Kışlalı, Devlet adamı Adnan Kahveci, Ahmet Adnan Saygun, Yazar Sabahattin Ali, Matematikçi Cahit Arf…

İlk etapta Atatürk, İstanbul Üniversitesi’nde başarılı 22 genci Avrupa ülkelerine göndermek istiyor. Bu öğrenciler arasında daha sonra bu ülkeye Başbakan olan Suat Hayri Ürgüplü ve Sadi Irmak da var. Atatürk hangi öğrencilerin hangi ülkelere gönderileceğine dair tek tek kendisi oturmuş, yazmış, tespit etmiş. Ve böylece bu program başlamış. Hatta o gün ile ilgili Sadi Irmak’ın Berlin Üniversitesi’ne gönderilmesine karar veriyor. Sadi Irmak yola çıktığı zaman tereddüt geçiriyor. ‘Gurbete gideceğim’ diye biraz endişeleri var. ‘Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz’ bilinmezlikler var. Kafasında birçok sorun var. Sirkeci Tren İstasyonu’na geliyor. Bir postacı kendisine yaklaşıyor ismiyle çağırıyor. Şaşırıyor, ‘postacı benim burada garda olduğumu nereden bildi?’ diye. Bir telgraf uzatıyor postacı. Açıp bakıyor, gelen telgrafta Atatürk’ün ismi var. Ve diyor ki; ‘Evlatlarım sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyoruz, alevler olarak geri dönmelisiniz’ Sadi Irmak o anki hissiyatını şöyle açıklıyor:

‘Bu telgrafı okuduktan sonra gel de gitme. Git de orada çalışma. Dön de bu ülke için canını verme’ O günkü 22 kıvılcım, bugün binlerle ifade edilen rakamlara dönüştü. Bugün 824 kıvılcımımız var. Sizleri yurt dışına gönderiyoruz, sizler de eğitiminizi, öğretiminizi tamamladıktan sonra Türkiyemiz için hizmet ateşiyle yanan alevler olarak geri döneceksiniz. Buna inancım tamdır.”

                          Sizler Sadece Kendiniz Değilsiniz, Bir Ülkeyi Temsil Ediyorsunuz

Şimdi Başbakanın bu sözlerinin ışığında yurtdışına giden bu gençlerimizin birer kıvılcım olarak gidip ülkemize hizmet için yanan aleve nasıl dönebileceklerini, yurtdışı bursiyerlik maceramızı ve bu gençleri bekleyen süreçleri kısaca ele almaya çalışalım.

17. yüzyılın önde gelen gezginlerinden Evliya Çelebi, elli yılı aşkın süreyle Osmanlı topraklarını gezmiş ve tüm bu birikimini Seyahatname adlı eserinde bir araya getirmiştir. Bu kitap sayesinde bütün imparatorluk birbirini daha iyi tanıdığı gibi; bu eser yerinde gözlem yapma adına da çok önemlidir. Ve günümüzde de artık “Ben bilmem, beynim bilir” diyen bir dönemden geçiyoruz.  Dünyada bilgi ve akıl ekonomisinin ön planda olduğu bir dönem. Bu dönem öyle bir dönem ki, Evliya Çelebi’nin döneminden farklı olarak, günümüz dünyasının büyük imparatorlukları zihin imparatorlukları olacaktır. Evliya Çelebi’nin dünyayı dolaştığı gibi yine dünyayı dolaşmalı, ama bizler de beynimizin içinde dolaşmalıyız.  Yani beynimizin seyyahları olmalıyız. Dünyayı insanların, insanları da beyinlerinin yönettiğini düşündüğümüzde, başarıların ilk ikametgâhının beyinler olduğunu görürüz. Bu yönüyle, ülkelerin gelişmişlikleri artık ülkelerin topraklarının yüzölçümü ile değil, o topraklarda yaşayan insanların beyinlerinin yüzölçümüyle ölçülmektedir. Bu günümüz imparatorluklarının artık zihin imparatorlukları olduğu tezini kuvvetlendirmektedir. İşte; bu yurtdışına gidecek olan gençler dünyayı Türkiye’ye getirecek olan, Türkiye’yi de dünyaya götürecek olan çağımızın Evliya Çelebileridirler.

      Bu Öğrencilerin İşlevi Bir Nevi Ziya Gökalp’in Hars ve Medeniyet Ayrımına İşaret Ediyor

MEB’in bu önemli çalışması, bize ülkemizin kalkınmasının ve ilerlemesinin ana hareket ettiricilerinden birinin eğitim olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ülkemizin geleceğinin beyinlere yapılan yatırımlara bağlı olduğunu düşündüğümüzde, tabi ki de MEB’e ve eğitim sistemimize önemli görevler düşüyor. Bu, ülkemizin bilgi ve beyin temelli kalkınmayı sağlamasının önemine, zihin terinin en az alın teri kadar önemli olduğuna, ülkemizin beyin rezervlerini en üst düzeyde yetiştirmesinin gerekliliğine bir kez daha işaret ediyor. Bu öğrencilerin işlevi bir nevi Ziya Gökalp’in Hars ve Medeniyet ayrımına işaret ediyor. Ziya Gökalp’e göre; hars yani kültür, bir milletin toplumsal hayatının ortak bilinciyken; medeniyet ise, milletlerin müşterek olarak oluşturduğu bir şeydir. Yani, yurt dışına gidecek gençlerin, Ziya Gökalp’in hars ve medeniyet ayrımından hareketle, dünyayı yani medeniyetin unsurlarını ülkemize getirmelerini, ülkemizin harsi unsurlarını ise dünyaya götürmelerini ön görüyoruz. Buradaki temel amaç;ülkemizin gençlerinin, gidip dünyada farklı branşlarda, bu branşların en iyi olduğu yerlerde iyi bir eğitim almaları, bu eğitimi alırken ülkemizi orada en iyi şekilde temsil etmeleri ve eğitimleri sonrasında ise ülkemize gelip; ülkemizin gücüne güç katmalarıdır. Çünkü bir beynin dünyaya bedel olduğu bir dönemden geçiyoruz artık…

                                Maalesef Bilim de Belirli Ülkelerin Tasallutu Altındadır

Cumhurbaşkanı, geçenlerde yaptığı bir konuşmada; bilimin belli ülkelerin tasallutu altında olduğunu, bilimin insanlığın ortak faydasına hizmet edecek çıktılar üretmesi gerektiğini, dünyanın huzuruna ve refahına katkıda bulunacak bilimsel çalışmaların ülkemizden de çıkmasını istediğini, ülkemizin yeniden eskiden olduğu gibi bilim insanları için çekim merkezi haline getirilmesi gerektiğini ve bu anlamda; kendimizi sorgulayıp, tespitler yapıp, bu yönde hareket etmemiz gerektiğini belirtmiştir. İşte MEB’in bu çalışması, bu teşhisler, tespitler ve yapılacaklar adına da önemlidir. Cumhurbaşkanı’nın bilime verdiği önem adına da, büyük ve güçlü Türkiye için, yurt dışına gidecek bu gençlerimize büyük sorumluluklar düşmektedir.

MEB Türkiye’nin gözleri olarak yurt dışına gidecek eğitim komandolarını, her anlamda, yurt dışına iyi hazırlamıştır.  Tek sevdası Türkiye olarak yurt dışına gidecek olan bu beyinler, belli bir etik içerisinde eğitimlerini tamamlamalıdırlar. Yoksa sadece ilimde ileriye gitmek fayda etmemektedir. Çok iyi beyinler yetiştirebiliriz ama belli bir etik yoksa önce insan ve ülkem diyemiyorsa, insanların üzerine bombalar yağdıran, zeki ama etik yoksunu beyinler ortaya çıkar.

                             Kısaca Ülkemizin Yurt Dışına Öğrenci Gönderme Tarihi

Yurt dışına öğrenci gönderme politikaları, Osmanlı Devleti’nin modernleşme politikaları çerçevesinde doğmuştur. Osmanlı modernleşmesinde; Tanzimat, II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet dönemlerinde, farklı ülkeler ve eğitim alanları tercih edilmiştir yurt dışına öğrenci yollamada. Örneğin; Tanzimat döneminde Paris, Viyana ve Londra’ya öğrenciler gönderilmiş ve bu öğrenciler, modern eğitimin sadece askeri okullarda verilmesinden dolayı, askeri okullardan seçilmiştir. Fransa, özelde de Paris, Birinci Dünya Savaşı’na kadar yurt dışı eğitimin ilk adresi olmuştur. Sonrasında Almanya ön plana çıkar. Kısaca özetleyecek olursak; Osmanlı’dan başlayan bir geleneğimiz var, yurt dışına öğrenci gönderme adına. Devamında ise, 1929 yılında çıkarılan 1416 Sayılı Kanun ile yurt dışı lisansüstü eğitim politikalarının temeli atılmıştır. Bu kanun çerçevesinde, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ve 1987 yılında 2547 Sayılı Kanun’un 33. Maddesi değiştirilerek, yurt dışına burslu öğrenci gönderilmeye başlanmıştır. Ve günümüzde artık ortak bir akılla bu göndermeler yapılmaktadır. Tüm bunlarla amaç; lisansüstü eğitim aracılığıyla, ülkemizin gelişmişlik seviyesini arttırmaktır.

          Başbakanın da Belirttiği Üzere Bu Burslar Sayesinde Pek Çok Ünlü ve Önemli Kişi Yetişmiştir

Ülkemizde, 1929 yılından beri, yurt dışına lisansüstü eğitim için burslu öğrenciler gönderilmektedir. Bu burslar sayesinde, pek çok ünlü ve önemli siyasetçi, akademisyen yetişmiştir. Ayrıca; geldiğimiz noktada, sadece ABD’ye veya bazı Avrupa ülkelerine değil, dünyanın her yerine öğrenci gönderilmektedir. Buralara giden Türkiye sevdalısı öğrencilerimiz, hem ülkemizi orada tanıtmakta ve temsil etmekteler hem de dünyayı ülkemize taşımaktadırlar. Dünyanın en iyi üniversitelerine, ilgili alanlardaki en iyi hocaların yanına gönderilen bu beyinler, ülkemizin kalkınmasında birer hareket ettirici, lokomotif olmak durumundadırlar. Ve bu anlamda da, MEB süreci iyi yönetmiş bu bursiyerleri yurtdışına gitmeden önce her anlamda bilinçlendirmiştir. Böylelikle, hem bu bursiyerler nasıl bir misyonları olduğunu daha iyi idrak etmişler hem de aldıkları detaylı bilgiler sayesinde, gittikleri yerlerde yaşayacakları sorunlara daha rahat göğüs gereceklerdir.

                                                Yurt Dışında da Eğitim Almış Biri Olarak…

Yurt dışında da eğitim almış biri olarak, yurt dışına gidecek olan bu genç beyinlere önerim; yürüyecekleri yolun zor bir yol olduğunun farkında olmalarıdır. Asla öğrenmeye doymayın, hep aç olun, unutmayın; bu beyin besinlerinizle, alacağınız bilgi tohumlarıyla döndüğünüzde, bu ülkede harikalar yaratacaksınız. Tabi ki oradaki yeni yaşamlarınıza uyum sağlamada zorlanacaksınız, akademik zorluklarla karşı karşıya kalacaksınız, dil bariyerlerini aşacaksınız, sosyal zorluklar, kültür şoku yaşayacak ve dönem dönem de ayrımcılığa maruz kalacaksınız. Ama bu psikolojik ve finansal süreçte, devletimiz hep yanınızda olacaktır. Günümüz imparatorluklarının zihin imparatorlukları olduğunun ve bir beynin dünyaya bedel olduğunun farkında olarak, sizler sadece kendiniz değilsiniz, bir ülkeyi temsil ediyorsunuz. Sizler, Cumhurbaşkanı’nın söylediği üzere; bu coğrafyayı yeniden bilim merkezi haline getirebilir, bilimi belirli ülkelerin tasallutundan kurtarabilirsiniz. Bizler, her zaman, sizlerin yanında olacağımız gibi, dünyayı Türkiye’ye getireceğinize, Türkiye’yi de dünyaya götürecek çağımızın Evliya Çelebileri olduğunuza inancımız tamdır.

Başbakan konuşmasının ilerleyen kısımlarda bu gençlere nasihatler verdiği gibi onların kendilerine yabancılaşmamalarını da istedi. Şimdi konuyu bu yönüyle ele alamaya çalışalım.

                                             Türk Aydını Niye Kendine Yabancılaştı?

                     Aşırı Batılılaşmacı Tavır İçine Girerek Ülkemizin Değerlerini Unutmayın

Yurt dışına öğrenci gönderilmesi konusuyla ilgili pek çok şey söylenebilir. Batıya eğitim almaya giden öğrencilerimiz, aydınlarımız aşırı bir Batılılaşmacı tavır içine girerek ülkemizin değerlerini unutabilmektedirler. Türkiye’yi, Türkiye’ye ait değerleri, küçümseyici bir tavır takınan, aşırı batılılaşmacı akademisyenlerimiz, entelektüellerimiz olabilmektedir. Bu gençlerimiz böyle olmamalıdırlar. Aslında bu kaygılarımı, 1800’lü yıllarda Avrupa’ya öğrenci gönderen Osmanlı modernleşmesinde de görüyoruz. Tanzimat’ın ilanından sonra, çiçeği burnunda bir padişah olan Sultan Abdülmecid, 1840 yılının Mayıs ayında Harbiye okulundan, Tophane’den ve Mühendishanelerden Avrupa’ya gönderilecek 17 öğrencinin iznini imzalarken, bizimle aynı kaygıları paylaşıyordu. Padişah, dünyayı Osmanlı’ya taşımak adına, önemli bir proje olan bu 17 öğrenci için hiçbir masraftan kaçınılmamasını söylerken, onların yurt dışına çıkmalarının, onları bu topraklara yabancılaştıracağını ve kendi toplumlarını küçümseyen bir psikolojiye sokabileceğini de söylüyordu.

                                           Paris’e Git Hey Efendi, Akl ü Fikrin Var İse

İçeriği tartışılmakla beraber, bu tartışmaları özetlemesi ve söylediklerimi doğrulaması adına, Hoca Tahsin Efendi’nin ya da kimilerine göre “Mösyo Tahsin ya da Gavur Tahsin” sözleri, bu konunun o dönemki tartışmalarının somut yansımasıdır. 1857 yılının mart ayında tahsil için Paris’e giden Hoca Tahsin Efendi’nin Paris’e hayranlığını anlattığı şu sözleri yıllarca tartışılmıştır: “ Paris’ git bir an evvel akl ü fikrin var ise/ Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” Bu sözler merkezli, olumlu olumsuz, o kadar çok şey söylenmiştir ki… Buradaki sorun, Türk aydınının batı toplumunu gördükten sonra kendi öz değerlerine yeterince sahip çıkmaması, farklı kültürlerin olumsuz etkisinde kalması, batı kültürünü üstün körü taklit etmesi şeklinde görülüyor. Bu da Türk aydınının kendine yabancılaşması olarak farklı yozlaşma ve çatışmalara yol açıyor.

                                          Bulgur ve Pirinç, Çatışması Yaşayanlar Bile Var

Buradaki sıkıntı; aydının dünyayı tanıması veya evrensele açılması değil, sorun; tüm bunları yaparken kendisini kendisi yapan değerlerden uzaklaşması, kendi özünü inkâr etmesidir. Öyle ki, Avrupa dönüşü bir daha hiç bulgur yemeyip, sadece pirinç yemeyi bir modernleşme göstergesi sayanlar olmuştur. Yeniliklere açık olmak, örf ve adetlere sırtını tamamen dönmek olmamalıdır. Yani aydın kendi toplumuna, diline, sanatına, müziğine sahip çıkmak durumundadır. Aydınımızın kendine yabancılaşması, değerlerine ve kültürüne sırt çevirmesi anlamına gelir ve bu da tüm toplumda kamplaşmalara, ötekileştirmelere yol açar. Bu konuda, Japon aydınlanmasının incelenmeye değer olduğunu düşünüyorum, kendi kendini kaybetmeden kendi ve dünya olabilme anlamıyla. Tüm bu yabancılaşmalar, aydının halkın önünde lokomotif görevi görmesine de engel olmaktadır.

                                                       Bihruz Bey, Türk Oblomov mu?

MEB’in yurt dışına öğrenci gönderme projesi, önemli bir projedir. Bu gençlerimizin orada en iyi eğitimleri alıp ülkemize gelmeleri, eğitimimiz ve toplumumuz adına çok faydalı olacaktır. Bu proje kapsamında, yurt dışına giden öğrencilerin başkası olmayıp kendileri kalmaları ve bu ülkenin değerlerinden uzaklaşmamaları gerekmektedir. Şerif Mardin, bu yabancılaşmalarda kullanılan Bihruz Bey sendromundaki Bihruz Bey’i “Türk Oblomov”u olarak görür. Yani Bihruz Bey, kökten ve kimlikten yoksun bir uygarlık arayışındadır. Sadece pahalı kıyafetler giyen, şıklığına dikkat eden, toplumunu küçümseyen ve halkına karşı aristokratik bir tavır takınan Bihruz Beyler bulgur yese n’olur, pirinç yese n’olur… Ne de olsa Bihruz aynı Bihruz… Çünkü özüyle bütünleşmeyen, kendisi olamayan kişi tembelliği sanat haline getiren lüzumsuz adam, Rus roman kahramanı Oblomov’un ötesine geçemez.

                                             Hamburger, Yanın da Ayran İçerek de Yenebilir

Aslında konu aydın ve millet ilişkisinin temellendirilmesidir. Aydının milletine rehber ve göz olabilmesi için gücünü milletinden ve değerlerinden de alması gerekmektedir, evrenselle birleştirebilmesi için. Zaten diyalektik olarak, yerel olmadan evrenselin de bir anlamı kalmayacaktır. Aydın, toplumuna sırt dönmemelidir ve de aydın deyip geçmemeliyiz. Aydın, toplumun en hassas bölümüdür, oradaki bir hastalık tüm vücuda sirayet eder. Hamburgerin yanında illa ki kola içmek zorunda değiliz, ayran da içebiliriz. Ya da emin olun, köfte de en az hamburger kadar lezzetli ve aydınlık salt bulgur-pirinç ayrımıyla olmuyor. Bunlar, basit gibi görünen ama aydınımızın kendine yabancılaşmasının somut olarak hayata yani çarşıya pazara yansımış halidir.

Yukarıda ele almaya çalıştığımız bilgilerin ışığında yurtdışına giden bursiyer gençlerimiz, Başbakanın söylediği üzere yurtdışına birer kıvılcım olarak gidip ülkemize hizmet için yanan alevler olarak, kendilerine yabancılaşmadan en üst donanımlarla geri dönmelidirler. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

TEILEN